18 Ağustos 2011 Perşembe

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kayıp Yüzyılın Prensesi'nden

“ Nasıl terk ederim seni nasıl? İnsan birini terk ederken sadece onu terk etmiş olmaz ki… Onunla birlikteyken tanıştığı ve sadece onun yanındayken ortaya çıkan o çok sevdiği yanını da terk eder. Gidendir belki ama aslında o giderken kendi kayıplarına bir yenisini daha eklemiştir. Terk edilmenin ne demek olduğunu bilmez miyim sanıyorsun. Can çekişmeyi yaşamak zanneder insan… Geriye dönüp baksam, kazanma umudu taşıyan kaybetmiş gözlerle baktığını görürüm. Belki de üstü umursamazlık örtüsüyle kaplı sözler edersin bana. Gururundan ödün vermediğini anlatırcasına ama gururundan kırparak… Enkazdan ilk çıkandır giden. Kalan o enkazın parçası olarak kalır hep. Nasıl bilmem ben terk edilmenin acısını Darcy. Ve bunları bilirken seni nasıl terk ederim? Bir elmayı ikiye ayırıp gitmektir terk etmek. Sen ardımdan düşünmez miydin o zaman; o elmanın diğer yarısı olarak kalmayı hak etmediğini? Bunu sana nasıl yaparım ben! Gidemem senden… Arkamda bir mezar bırakarak doğamam yeniden. Bana senden öncekilerin bıraktığı boşluğa seni yerleştiremem. Ne farkım kalır o zaman onlardan? Seninle mutluyum ben. Bizim bu mutluluk. Mutluluklar sahiplerinindir hep. Sadece acılar devredilir. Hayali gerçek edecekken, gerçeği hayale çeviremem ben. Kendi terimde boğulana kadar sana koşmak istiyorum. Sen hiç kendi vedanı görmedin. Kendi sesinde kaybolmadın. Veda sözleri çıkmadı ağzının kınından.”

“Erkek terk etmez. Gider…”

Dedi ve kayboldu karanlıkta. Sandalyenin üstünde kalakaldı Prenses. Artık uyanmak istiyordu bu rüyadan.

5 Ağustos 2011 Cuma

Rüya Mı Gördüm Ne?

Ben öyle çok rüya gören bi insan değilimdir. Daha doğrusu görüyorum ama sabah uyandığımda hatırlamıyorum diyebilirim. Ama gece öyle bir rüya gördümki unutmak mümkün mü?
Şöyle ki kendi istek ve arzumla bir korsan evet evet bir korsan donanmasına giriyorum. Ama o kadar insan bana niçin "değirmencibaşı" diye sesleniyor bilmiyorum. Gece Bülent Ortaçgil'in Değirmenler'ini dinleyerek uyuyakaldığım için olabilir belki...
Neyse efendim donanmanın başını Game Of Thrones dizisini izleyenler bilir Eddard Stark ve biricik zevcesi Catelyn Stark çekiyor. İlk çatışmayı Eddard amca sayesinde ( evet rüyada ona böyle sesleniyorum.) büyük bir başarıyla kazanıyoruz. Catelyn de pek bir çetin ceviz çıkıyor.
2. çatışmanın başarısını da bize küçük velet Arya Stark yaşatıyor. Ben bu sırada mütevazı tahta gemimizin kıçında yakışıklı John ile cilveleşiyorum. Bana doğru atılan bir oktan kurtarılışım John tarafından gerçekleştiriliyor. Jack Sparrow'la alakası yok benim John'umun. Daha bir karizma, daha bir yakışıklı. Yunan heykeli gibi mübarek. Kurtarıp belime sarılıyor ve ateşli bir şekilde öpüyor dudaklarımdan.
Ve ben kıçımdan kıçımdan yediğim bir ürpermeyle uyanıyorum. Yaz-kış farketmez, uyurken bi taraflarınızın açık kalmamasına dikkat edin, tecrübeyle sabit. Öpüldünüz.

4 Ağustos 2011 Perşembe

MEKTUP

Sana mektup yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. Sanırım hüzünlü kızlara özendim. Öyle afili bir şey bekleme benden. Giriş gelişme sonuç olmayacak; tıpkı sen ve ben gibi ...bir bütün olamayacak. Gönül yazımı bilirsin düzensizdir, biraz da okunaksız. Anlatacaklarım var. Sadece dinle!

Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım. Özlemek neden bu kadar yorar insanı? “özlem” isminin eyleme dönüşme çabasından mı? “Düş” ün “düşünmek” kadar büyümek özentisinden mi beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi? Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.


Yorgunum…
Şu saatlerde sıcak çekildi kapı eşiğine. Senin rüzgarların var sen kokan. Zaman öldürüyorum geçmişi yoklayarak, leşlerim çoğalıyor. Dip balığı oluyorum. Tüm bu çırpınışlarım tek bir nefeslik su yüzüne çıkıştan öteye götürmüyor beni. Yüzün geliyor gözlerimin önüne beni dinlerken kalkan kaşlarına asılıyorum tut beni çıkar diye.Gözlerinde boğuluyorum.
Sol yanıma yatsam seni uyusam, hep rüyada kalsam... içim dilime vuruyor,konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor; sakladıklarımdan ve senden bahis açmama inadımdan. Burnumu bir karış dikiyorum havaya, içim düşüyor. Oysa söz vermiştim kendime, üzerime giydiğim güçlü kız kostümü çıkmayacak, çıksa da senin haberin olmayacak diye. Varlığımla yokluğum ayırt edilemez olacaktı senin için, “herkes” olacaktım ve belki “hiç kimse”! Beceremedim...

Kimse görmeden, tutup elinden kaldırdım içimdeki ufaklığı. Çok acımış... kimseye belli etmedim,edemedim. Teselli bile aramadım kızgınlıklarıma, hakkımdı bu kara isyan. Sonra fark ettim ki ben bu zamana ait değilim ve biliyorum sende...


O yüzden hep “an”larda teğet geçtik birbirimizi.
Ama içime dokundun bir kere . Parmak izlerin duruyor bakışlarımda. Nereye baksam senden bir iz bırakıyorum.
Bu aralar kendime hep suçüstüyüm. Islah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. Tek dinginliğim kelimelerin; koklayıp koklayıp saklıyorum hafızama...
Arşivimde acılarım var benim rutubetli; güneşe serip kuruttuğum. Tozunu alıp, halı altında biriktirdiğim hatalarım. Seninse anlatmadığın masalların var... "sus"ların kucağında çocuk masumu yüzün ve küf rengi günahların.....

Baksaydın korkmayıp gözlerime,sana keşkelerimi sunacaktım; terketmeden bahar kıpırtısı içimi...Yalpalamayacaktım bugünlerde, yarınlara inançsızlığımla... ve biliyor musun “kal” deseydin, rüzgarlarla getirdiğin son hecemle kavrulacaktı bahar bitimi...

Çırılçıplak sevdalar dört mevsimdi. Ayı, günü yoktu.Gidenler tekrar gelebilmek için gitmişti; ihanet sayıldı. Sükut altındı; yağmur gibi çisil çisil ,acıkmış bir nefesin dudaklarında tadımlık. Korkaklık sayıldı.

Dinleseydin aryaları, kulaklarına çalınan tını; sevgilinin sızlayan ahına eşti....Yoldaştı sayıklamalara in-ce in-ce in-ce ...
Bil(e)medin...

Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok. Sen bilirsin ürkekliğimi, tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı...Çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi. Gözlerim yağar, toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım. Dilek kipleri bağlarım.

Kaçışlarım sana meyilimdendir . Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi.

Sakın “neden” diye sorma! Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma!

Ve bu bir iç dökümdür çağıl çağıl!

Bil ama bilme!


KAHRAMAN TAZEOĞLU

31 Temmuz 2011 Pazar

Aşkın ‘BEN’ Hali

   Minicik bir noktaydım onun içindeyken. Ve onun içinde olduğumu ilk duyduğunda, daha beni hiç görmeden bağlanmıştı bana. Deli gibi sevmişti beni, bundan emindim. Çünkü beni büyüten, eğiten onun aşkıydı. İçinde günden güne büyüyordum, benim büyümemle aşkımızda büyüyordu. Tamamen bağlanmıştık artık. Hem aşkımızla hem de kordon bağımızla sımsıkı sarılıyorduk birbirimize. Ancak o da ne! Meğer aşkımız öyle çok büyümüş ki annemin içine sığamaz olmuşum. Tam 9 ay 10 gün beni o minicik karnında taşıdıktan sonra bu hasrete daha fazla dayanamayıp annemin yanı başına gelmek istedim. Geldim de… İkimizin de sevinç gözyaşlarından sonra doya doya mis kokumuzu çekiyorduk içimize. O beni bırakmak istemiyordu ve bende onu. Yanı başımdan ayrıldığı gibi ağlamaya bağırmaya başlıyordum. Allah’ım! Nasıl bir aşktı bu bilinmez. Her gün biraz daha büyüyordum, biraz daha, biraz daha… Ama aşkımız benden de hızlı büyüyordu. Artık annemin ‘Beni ne kadar seviyorsun?’ sorusuna cevap vermem zorlaşmıştı. Çünkü ona sevgimi anlatmaya ne parmaklarım yetiyordu, ne de kollarımın uzunluğu. Babama olan aşkım nedense anneminkinden farklıydı. O ilk tanıdığım erkekti ve ona çok hayrandım…
İlkokula geldiğimde herkes yeni yeni çevre ediniyordu. Farklı insanlar tanıyorduk. 3. sınıfa gidiyordum. Ve aşık olmuştum... Suç işlemişim gibi çok utanmıştım. Ama onu her gördüğümde çok farklı bir sevinç kaplıyordu kalbimi. Derslerde çaktırmadan ne yaptığına bakıp ‘Acaba o da beni seviyor mu? Sevse bile nasıl anlarım ki?’ diye kuruyordum kafamda. Ancak ilk hayal kırıklığımı ilk aşkımda yaşamıştım bile… Ben onu seviyordum, o da en yakın arkadaşım Ayşe’yi. Ve ben de ne yapıp edip unutmuştum onu.
Aslında ‘aşık oldum!’ desem de AŞK’ın tam anlamıyla tanımını bilmiyordum. Kime sorsam bin türlü şey söylüyorlardı.. Hepsi aşka yeni yeni yorumlar getiriyordu. Ve benim kafam giderek karışıyordu… Peki neydi bu aşk? Dışarıda el ele gördüğüm insanlara ‘sevgili’ deniyormuş. Onlar birbirine aşık olmuşlar ve sonrada sevgili olmuşlar… İyi de onların gözlerinde annemin bana olan aşkını göremiyordum, sevdikleri belliydi fakat onlar çok daha başka bakıyordu. Sanırım aşk dedikleri baya kapsamlı bir şeydi. Kendi içinde maddelere ayrılıyordu. Anne aşkı, sevgiliye duyulan aşk gibi… İşte o zamanlar bunları düşünüp duruyordum. Ama zaman yine bir şekilde geçti ve 9. sınıfa geldim. 2. dönemin başında birine karşı inanılmaz değişik duygularım vardı. Aşık oldum diyemiyordum çünkü aşkı yaşamıştım. Yine aynı şeyleri hissederdim bu kadar farklı olmazdı diye düşünmeye başlamıştım. Ancak ne tuhaftır ki onu gördüğüm an ben, ben olmaktan çıkıyordum. İçimde tarifi edilemez bir mutluluk, heyecan ve gariplik vardı. Herkes suratıma garip garip bakıp ‘Leyla olmuşsun sen’ deyip gülüyordu. İyi de ben aşık değildim! Okulda hocalarımız aşkı anlatırdı; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi aşıklardan bahsederdi. Asıl aşk onların yaşadıkları değil miydi? Ben henüz aşık değildim, ne hissettiğimi bilmiyordum ama anlayamadığım bir mutluluk vardı içimde. Onu hiç tanımıyordum bile. Sadece adını biliyor ve arkadaşımla konuştuğunu görüyordum. Sonrasında ise bir şekilde arkadaş olduk, konuşmaya başladık. Onu tanıdıkça tanımak istedim. Onun beni sevmediğini elbette biliyordum ancak her şey için çok geçti. Çünkü ben ona aşıktım. Evet! Bu sefer emindim duygularımdan. Bunu o da biliyordu ancak tıpkı benim gibi o da bu duyguları bir başkasına besliyordu. ‘Aşk gurur tanımaz!’ derler ya… Evet, aynen öyle… Aşk; hiç kimseye hiçbir şekilde ne gurur, ne sabır, ne de başka bir şans tanımıyor. Ne yazık ki ben; sonunu bilmediğim bir sevgiye teslim etmiştim kendimi. Ben onu bütün kalbimle sevmiştim ve hatta o kadar çok sevmiştim ki hayatıma o girdikten sonra kendime hiç rastlamamıştım bile. Ama bir zaman sonra bıkıyordu insan. Sevmekten, çaba sarf etmekten… Ve en önemlisi de bu çabanın boşa olduğunu anlayınca daha bir soğuyordum aşka. Zamanla hiç inanmamaya başladım ve hatta o kadar takmıştım ki kendi kendime sorup duruyordum… Aşk nedir? Var mıdır? Herkesin dilinde olan ama sorunca her kafadan ayrı bir ses çıkan şeyin tanımı? Neydi bu aşk? Herkes ‘aşık oldum, aşkım o benim’ gibi cümleler kuruyor. Ama gel gör ki iki gün sonra ayrılıyor. Aşk böyle BASİT bir duygu muydu? Ya da sadece iki-üç günlük HEVES mi? Evlendikten sonra bile aşık olup ta evlendim derler. Ama gün gelir onlarda boşanır giderler. Acaba aşk dedikleri GEÇİCİ bir şey miydi? Yoksa süresi belli olmayan bir HEYECAN mı? Artık baktığımda ne görsem aşkla bir bağlantısı var mı diye merak ediyor, yoksa bile bir bağlantı kurmaya çalışıyordum… Aşk; güneş gibi miydi? Baktığında veya bakmak istediğinde yakan bir şey mi? Ya da ay gibi mi? Her baktığında gözünü alamayıp tekrar tekrar bakmak istediğin ve onun bütün hallerini ayrı ayrı sevdiğin bir his mi? Aşktan vazgeçmek mümkün müydü acaba? Bunları düşünürken yaklaşık iki yıl geçmişti bile… Bu iki yılda az da olsa sevindim, kendimi boş hayallerle avuttum, bolca acı çektim ağladım… Ama artık kafama koymuştum. Unutmaya, ondan vazgeçmeye bir yerden başlamam gerekiyordu. Başlarda pek umutlu olmasam da sonunda başardım. Ben bile inanamıyordum kendime. O kadar sevmişken nasıl bitirmiştim… Ne kadar seversen sev bir yerde bitiyormuş işte. Her şeyin bir sonu olduğu gibi bununda vardı ve bitti. Bu da benim için bir tecrübe oldu diye düşünmüştüm. Rahattım da artık. Onu hiç düşünmüyordum, aklıma gelmiyordu ve hatta yoldan geçen birinden farksızdı benim için. Hayatımda bir tek o olsun isterken, birden hayatımda olmasını istediğim en son kişi oldu. Bitti gitti diyorlardı fakat hiçbiri düşünmüyordu iki senemi de beraberinde götürdüğünü… 9. Sınıfta başlayan bu serüven 11.sınıfın başlarında bitmişti ve artık çok daha mutluydum. Uzun bir süre de hiç kimseye hiçbir şekilde o tür duygular beslemek istemiyordum.
Aslında benim için aşk; onun bütün hallerini ayrı ayrı sevdiğin bir ay gibidir. Gülerken, ağlarken, kırgınken, kızgınken… Durumu her ne olursa olsun baktıkça bakmak istersin, sevgin daima artar. Zaten aşkın en güzel yanı da bu değil midir?



                                                                                                                                           Öznur Kurt                                                         

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Papucum Sıkıyor

   Aşk en güzel, en garip, en heyecanlı, en üzücü, en kırıcı, en kötü, en romantik, en alıngan, en hassas, en masum yeri yeri gelince en şeytani, en muzip, en haylaz, en ateşli duyguların harmanlanmasıyla oluşan süpersonik ya da berbat birşeydir.Hiç bir kelime tam olarak onu anlatamaz.Vücudumuzda oluşturduğu
etkiyse cok gariptir.Bir anda tüm bedeninde kanının cekildiğini, tüm vücudunun uyuştugunu, at koşturur gibi kalbın attıgını sanırım hepimiz biliyoruz.Bilmiyorsanız da en kısa zamanda yaşamanızı şiddetle ve ısrarla tavsiye ediyorum.

  Ben aşkı şöyle betimlemek istiyorum.Bence aşk ilk giyilen ayakkabı gibidir.Bir ayakkabı aldığımızda yeni birşey almanın verdiği sevinç oluşur.Onu giymek herkese göstermek istersiniz.Yenidir hayatınıza girecektir.Bir cok kıyafetinizi daha şık göstericektir.Sizi tamamlayacaktır.Aynı ayakkabının baskasında olmasını hiç istemezsiniz.Çünkü siz özel olmalısınız, o bir tek sizin olmalı.Herşeyi planlamışsınızdır.O kıyafetin altına o ayakkabı giyilip bir takım olacaktır.Yola cıkmışsınız ve herşey gayet güzeldir.
   Fakat 1-2 saat yürüdükten sonra ayakkabı ayağınıza vurmaya başlar.Canınızı acıtır, yakar.Ne yara bandı çaredir ne başka bir şey işte.O an sizi yolda bırakmıştır.Çünkü ayakkabı ayağa yabancıdır ona alışmaya çalışır.Ama ikinci giyişte öyle olmaz.Yer etmiştir bir yerlere.Tabi eğer kaliteliyse.Birde Çin malları var.İlk giyişte kopup gider çünkü dandiktir.Aman diyim onlardan uzak durun.

   İşte böyle.Aşkı herşeyle benzeştirebilirsiniz.Anlatmaya çalışırsınız.Ama aşkı en güzel yaşayanlar bilir.Onlar anlar...

 

23 Temmuz 2011 Cumartesi




                                      Merhume Amy'cimin anısına.Cabuk gittin doyamadık sana :(

13 Temmuz 2011 Çarşamba

...

Elimden tuttuysan yürümelisin. Olduğun yerde kalırsan olmaz ki. Kendinle birlikte beni de yavaşlatırsın. Gün gelir dururuz; o an fark ederiz ki sadece ikimiz kalmışız ve en nihayetinde bakmışız ki artık ikimiz de yokuz.
Bir eli tuttuğunda yürüyeceksin ilk günkü gibi. Ne bir eksiği ne de bir fazlası. Seni nasıl tanıdıysam, nasıl bildiysem o halin olacak daima yanımda. Değişmeyeceksin, değiştirilmene izin vermeyeceksin. Hı hayat zor mu geldi, bunaldın mı yoksa yoruldun mu? Avucunda kimin eli var ? Benim elim değil mi? E o zaman bırak bunun hakkını verip yanında olayım ve senin derdin benim derdim olsun, birlikte çözelim. Madem yoruldun biraz durup dinleniriz de, bu bir durma olmaz, devamı mutlaka gelir ama dinleniriz şöyle bir silkelenip kendimize geliriz. Ama beni kırma, yapma işte bunu, değişme. Değişirsen o el kayar gider ve rüzgarda sadece kendi başına kalırsın.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Başucumda Müzik’ten Alıntılar


=> Hatırlamak yorucudur. Ama başarabilirseniz, hiç unutmazsanız, kaybettiklerinizi, resimleri, ayrıntıları, yüzleri,kokuları, sesleri hep yanınızda taşırsanız artık onları hatırlamanız gerekmez, çünkü onlar hep sizinle kalır.

- => Eğer günün birinde, gerçekten de bir başkasına, “her şey silindi ve artık yalnız sen varsın.” Diyebildiyseniz ya da bunu gerçekten hissettiyseniz, bunun yalnız ayaklarınızı yerden kesen değil, aynı zamanda ne korkunç bir duygu olduğunu da bilirsiniz.

İnsanın sihirli bir değneğin dokunuşuyla bir anda tümüyle unutmak için her şeyini verebileceği ama -ne tuhaf- aynı anda bu mümkün olsa bile unutmaya kıyamayacağı bir duygudur bu.

- => Hepimiz kalbimize saplanan gizli bir okla sokaklarda yürüyüp giden şu insanlardan çok farklı olduğumuzu, bulutların üzerine çıktığımızı sanmaz mıyız? Okun acısını duyana kadar tabi…

- => İsterdim ki o hayatın içinde, ikimizin arasında gizli kalan hiçbir şey olmasın. Birbirimize, kızacağımız, duymaktan korkacağımız, kişinin belki kendisine bile asla itiraf edemeyeceği şeyleri bile anlatalım.O kadar çıplak kalalım,bütün o yıllarca kurmaya çalıştığımız benliğimizi öylesine unutalım ki artık ayrı insanlar olmaktan çıkalım. Karşımızda sürekli açılan kapılardan hiç korkmadan, sonunun ne olacağını düşünmeden geçip o gizli dehlizlere girelim.

İçimde hiç nedensiz bir his vardı. Sanki onunla öyle bir şey bulacaktık ki yalnızca ikimize ait, ikimizi buluşturan,bizim farkında bile olmadığımız, yalnızca bize verilmiş ve ancak bir araya geldiğinde hayatın coşkusunu ortaya çıkartacak iki ayrı parça…

- => Ne zamandır artık hayatın puslu, soğuk bir sonbahara döndüğünü sanıyordum. Seni gördükten sonra birdenbire güneşli bir sabaha uyandım. Şimdi dünyanın neresine gidersem gideyim, hangi mevsimde olursak olalım, seni düşündüğüm zaman ( hayır, yanlış söyledim çünkü senin yüzün, gülüşün hep benim yanımda ) hep güneşli, ışıltılı bir gün yaşıyorum. Acaba benim için dünyanın ışığını değiştirdiğinin farkında mısın?

- => Yüzlerce yıldır herkesin birbirine söylediği bir sözü “o” söylediği zaman birdenbire bütün hayatınız değişiverir.

- => Erkeklerin ne yapacağı belli olmaz, belki de onlardan bir şey beklemekle hata ediyoruz, sürekli bir şeyler yapmalarını bekleyerek asıl güzel olan anları da bozuyoruz.

- => Sanki her görüşümde daha da güzelleşiyorsun, ben hayalini kuruyorum, sen hayalden daha güzel çıkıyorsun karşıma.

- => Hayır, birden farkettim ki buna bahaneler aramanın, nedenler bulmanın hiçbir anlamı yok. Böylesine eşsiz bir duygunun nedeni olur mu? İnsanın kalbinin belki nasıl çarptığının, neden durduğunun, nasıl tıkandığının nedenleri vardır. Ama kimin için çarptığının nedeni olur mu?

-=> Bana bir tek şey için söz ver. Ne istersen yap, ne istersen düşün ama beni bırakma, istediğin gibi olsun, yılda bir saate bile razıyım, ama ayrılık deme bana… Hayatında en küçük yer bile benim için dünyanın en güzel yeri, bunu sakın unutma…

- => Yine senin peşinden gelirdim, gittiğin her yere peşinden…

- => Dünya yüzünde benim için yaratılmış biri olduğunu biliyorum artık.

26 Haziran 2011 Pazar

Diziler Diziler

       
Yabancı dizilerle aranız nasıldır? Benim güncel olarak takip ettiğim yedi dizi vardır ki bu yazıda da onlardan bahsedeceğim.

How I Met Your Mother  => Duymayan yoktur sanıyorum ki. Müthiş bir komedi. Lily-Marshall çifti gözdem olsa da her karakter ayrıca tapılasıdır. ( Aa yok Barney’den bahsetmeyeceğim, o zaten insan değil.)

The Big Bang Theory  => Favori karakterlerim Sheldon ve Raj. Tabi Amy’de diziye katıldığından beri müthiş bir hava estiriyor, o ayrı.)

The Event  => Kaderi nereye gidiyor bu dizinin bir türlü kestirebilmiş değilim. Çoğu kişi adını bile duymamıştır ama ben fazlasıyla beğeniyorum. ( Sean’a asılanı keserim. Bir münasip koca her birimize Sean gibi. )

Game Of Thrones  => Yeni sayılacak bir dizi. 10. Bölümü de yayınlanıp sezon finali yapmış bulunuyorlar. Son 2 bölümde Sibel Kekilli’yi de görüyoruz. Diziye gelirsek tarihi olaylar içine harmanlanmış mistik ögeler var ve sıkılmadan heyecanla ( kimi zaman çıkarttığımız “haassssiktir” sesi eşliğinde ) izliyoruz.

Mad Love  => HIMYM çakması. Ama izliyorum, bütün dizilerim sezon finali yapınca Mad Love’a sığındım. Kadro muazzam olduğu için izletiyor kendisini kerata. Espriler de çok kaliteli. Favor adamım Larry.

Glee  => Yabancı müzik dinlemeyi seviyorsanız bu diziye kesinlikle bayılacaksınız. 2.sezonu da bitirdiler ve emin adımlarla ilerliyorlar. Bu kadar emek harcanan bir dizi daha yoktur komedi dalında. Her bölüme en az 3 şarkı-koreografi hazırlığı her baba yiğidin harcı değildir. İzleyin, izletin. ( Kurt adlı gay arkadaşımıza alışmanız biraz zaman alacak ama yılmayın derim. )

Modern Family  => Hop, burada duralım. Bütün dizilerin içinde komedi diyorsak işte bunu tek geçerim. Her karakterin yarılarak güldüğümüz özellikleri diziyi daha da coşturuyor. Sevmediğiniz tek bir tip olmayacak, iddialıyım.

O zaman iyi seyirler =)
Kbrcek.

24 Haziran 2011 Cuma




                                          Biz çok deli severiz bu şarkıyı, böyle eşlik eder söyleriz falan. 





Bir Fotoğraf Çekinebilir miyiz ? Ama adam gibi


  Ben giriş konuşmam için aşk yerine daha önemli bir konudan bahsetmek istiyorum.Profil fotograflarında dudaklarını büzüp ve/veya sacını tutup fotograf cekme bagımlısı kızlardan.Bu caktırmadan büyüyen bir akımdır.

   Malum kızımız elini sacına koyup cektirdiği fotograflarda sanki doğal bir poz vermiş havası yaratmak istiyor.İlk fotografına baktıgınızde evet olabilir diyorsunuz fakat 15. fotografında da aynı olunca öhh dedrtiyor.Hele de ayna karşısına gecmiş bir elinde cep telefonu ya da fotograf makinası diğer elide sacında olunca cidden komik oluyor.

   Bir diğer benzer durumda dudak büzme. Fakat burda ki durum doğalmış numarası yapmak değil sevimliymiş numarası yapmaktır.Bak kabul ediyorum bir fotograf öyle olur ikincisi öyle olur hadi üçüncüsüde olsun ama yirminciside öyle olmasın abi ya.Aslında böyle yapan bazı kızlar çirkinliklerini örtmek için yaparlar.Ama bak bazıları."Aslında ben güzelimdir ama böyle poz verdiğim için çirkin cıktım.Ama cok sevimliyim diğğmiii"  gibisinden bir iç güdüsel savunma yaparlar.Bir de bunlara "  Çok tatlısın.Çok seksi çıkmış.Dudakların güzelmiş"   diyen abaza erkeklerimizde var.Asıl sorun onlardan oluşuyor.Onlar böyle yapıp veriyor gazı veriyor gazı garibimde bu pozun cok tuttuğunu artık böyle poz vermesi gerektiğine kanaat getiriyor.

  Bir de hem sacını tutmuş hem de dudak bükmüşler var ne siz sorun ne ben söyleyeyim.Sakın beni yanlış anlamayın ben sizi sevdiğimden uyarıyorum.İtici oluyorsunuz farketmiyorsunuz bebişlerim.Eğer bu anlattıklarımı daha önce farketmediyseniz bir facebookunuzda gezinti yapın.Ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız.Baktınız ki sizde böyle biri yok , o zaman siz seçilmiş kişisiniz sevinin.

  Neyse sonra ergen gerilerinin daha garip hallerini yine çekiştiririz.Keşke bu kadarla kalsalardı iyiydi.O zaman öptüm.

  Elo
   
   

23 Haziran 2011 Perşembe

Susma

Herşeyi bilip susmak ..
Biz kızlar herşeyi biliriz bilmesekte hissederiz ve hislerimiz kesin doğru dediklerimizden daha doğrudur .Peki ya konu aşka gelince neden hiç birşeyi bilmeyiz? Neden aklımız karışır,elimiz ayağımız birbirine dolanır.
Görürsün birini hoşlanırsın konuşmaya başlar arkadaş olursunuz. Herşey çok güzel gider. Sürekli konuşmak mutlu eder sizi alışırsınız ona güven duyarsınız. Aman birde takıntılıysanız herşeyiniz o olur.Bu arkadaşlık bir süre sonra sizde farklı duygulara dönüşür. Ve sonra dersinizki neden olmasın.. Ama aynı şeyi karşı tarafında düşünmesini ve hatta açılmasını bekleriz.Ne sinir bozucudurki herşeyi bilen biz bu konularda nasıl davranacağımızı nasıl bir yol izleyeceğimizi asla bilmeyiz illaki kaş yaparken göz çıkarırız .Ama bu yanlışları yaparken de içimizde hep şu korku oluşur.
Tamamen kaybetmek..

                                  
Özlem

Melaba

Bir dişi olarak blog açar açmaz tabiki de çağımızın en yaygın hastalığı olan aşk ile ilgili bir yazı yazacağım değil mi ama? Aşk diye bir şey var mı yok mu, iyi ve kötü yanları falan bunlardan bahsetmeyeceğim; çünkü “aşk” yazıp Google’da search ederseniz zaten bir dolu böyle yazı bulabilirsiniz.
Beklenen yaz geldi. Sizi bilmem ama şahsen ben berbat geçen bir ilkbaharın ardından bu yazdan çok umutluyum. Sizlerle de okuduğumda beni şöyle bir sarsıp kendime getiren, güç veren bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Cosmopolitan Haziran 2011 sayısındaki yazının can alıcı kısmı şöyle diyor:
“ Gözünüz sakın ola ki arkada kalmasın.. “Bana yar olmadın, kimselerle mutlu olmazsın inşallah” deyip adamı başkasıyla her gördüğünüzde içinizde oluşan üzerlerine atlasam, saçlarını ellerine versem isteğinize rica ederim gem vurunuz. Unutmayın ki o adam iyi bir şey olsa zaten hala sizin olurdu.. İlişkinizde belki o sizi bıraktı gitti, belki de siz onu. Her şekilde, isterse artık cehenneme kadar gitsin! Size ne bundan sonra? Hatta biraz da başkalarının başını yaksın derim ben… Siz kendinize hem çatır çatır didişecek, hem de aynı efektle sevişecek yeni bir sevgiliyi çok canı gönülden isteyin, arayın, bulamazsanız da gelin beni bulun! Yeter ki üzerinizdeki geçmiş yükünüzden tamamen ve sonsuza kadar kurtulduğunuza emin olun!”
Yani demek istiyorum ki, boşverin. Her şeyi, herkesi. Eski sevgilileri, dertleriyle sizi darlayan arkadaşları… Şu yılın ikinci yarısını kendinize, yapmak isteyip de yapamadıklarınıza ayırın. Eee 2012’ye pişmanlıklarla girmek istemeyiz değil mi?

Kübra 

Not: Bundan sonra imzam kbrcek olacak, ona göre ayık olun mucu mucuu.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Se-se-se Deneme Bir kii

    İlk başta size bizi anlatıyım.Biz üçümüz yani Ben (Elif), Özlem ve Kübra cafe de otururkene dedik ki bizim niye bir blog'unuz olmasın dedik ve bizde Pasodoble'yi actık.Tabi bu ismi bulmak kolay olmadı.Marjinal sofistike bir şey olmalıydı sıradan olmazdı bizde bunu koyduk.Şey ya bi farklı  böle demesi kulağı hoş geliyor gibi geldi bize ama sevdik.Halbuki pasodoble kim biz kim.Yapmayı bırak denemedik bile.Sağolsun tv deki dans yarışmaları.
  Normalde blog yazarları bir tane olur bir kişi yazar yani.Fakat biz 3 kişi bir adam edemediğimizden böyle bir şey yapalım dedik.Bu blogda bulacağınız şeyler yazılar iç dökmek dertleşmek onun bunu dedikodusunu yapmak amaclı olucak.Neyse ya daha burdayız amacım denemek olsundu.Öptüm sizi muck