31 Temmuz 2011 Pazar

Aşkın ‘BEN’ Hali

   Minicik bir noktaydım onun içindeyken. Ve onun içinde olduğumu ilk duyduğunda, daha beni hiç görmeden bağlanmıştı bana. Deli gibi sevmişti beni, bundan emindim. Çünkü beni büyüten, eğiten onun aşkıydı. İçinde günden güne büyüyordum, benim büyümemle aşkımızda büyüyordu. Tamamen bağlanmıştık artık. Hem aşkımızla hem de kordon bağımızla sımsıkı sarılıyorduk birbirimize. Ancak o da ne! Meğer aşkımız öyle çok büyümüş ki annemin içine sığamaz olmuşum. Tam 9 ay 10 gün beni o minicik karnında taşıdıktan sonra bu hasrete daha fazla dayanamayıp annemin yanı başına gelmek istedim. Geldim de… İkimizin de sevinç gözyaşlarından sonra doya doya mis kokumuzu çekiyorduk içimize. O beni bırakmak istemiyordu ve bende onu. Yanı başımdan ayrıldığı gibi ağlamaya bağırmaya başlıyordum. Allah’ım! Nasıl bir aşktı bu bilinmez. Her gün biraz daha büyüyordum, biraz daha, biraz daha… Ama aşkımız benden de hızlı büyüyordu. Artık annemin ‘Beni ne kadar seviyorsun?’ sorusuna cevap vermem zorlaşmıştı. Çünkü ona sevgimi anlatmaya ne parmaklarım yetiyordu, ne de kollarımın uzunluğu. Babama olan aşkım nedense anneminkinden farklıydı. O ilk tanıdığım erkekti ve ona çok hayrandım…
İlkokula geldiğimde herkes yeni yeni çevre ediniyordu. Farklı insanlar tanıyorduk. 3. sınıfa gidiyordum. Ve aşık olmuştum... Suç işlemişim gibi çok utanmıştım. Ama onu her gördüğümde çok farklı bir sevinç kaplıyordu kalbimi. Derslerde çaktırmadan ne yaptığına bakıp ‘Acaba o da beni seviyor mu? Sevse bile nasıl anlarım ki?’ diye kuruyordum kafamda. Ancak ilk hayal kırıklığımı ilk aşkımda yaşamıştım bile… Ben onu seviyordum, o da en yakın arkadaşım Ayşe’yi. Ve ben de ne yapıp edip unutmuştum onu.
Aslında ‘aşık oldum!’ desem de AŞK’ın tam anlamıyla tanımını bilmiyordum. Kime sorsam bin türlü şey söylüyorlardı.. Hepsi aşka yeni yeni yorumlar getiriyordu. Ve benim kafam giderek karışıyordu… Peki neydi bu aşk? Dışarıda el ele gördüğüm insanlara ‘sevgili’ deniyormuş. Onlar birbirine aşık olmuşlar ve sonrada sevgili olmuşlar… İyi de onların gözlerinde annemin bana olan aşkını göremiyordum, sevdikleri belliydi fakat onlar çok daha başka bakıyordu. Sanırım aşk dedikleri baya kapsamlı bir şeydi. Kendi içinde maddelere ayrılıyordu. Anne aşkı, sevgiliye duyulan aşk gibi… İşte o zamanlar bunları düşünüp duruyordum. Ama zaman yine bir şekilde geçti ve 9. sınıfa geldim. 2. dönemin başında birine karşı inanılmaz değişik duygularım vardı. Aşık oldum diyemiyordum çünkü aşkı yaşamıştım. Yine aynı şeyleri hissederdim bu kadar farklı olmazdı diye düşünmeye başlamıştım. Ancak ne tuhaftır ki onu gördüğüm an ben, ben olmaktan çıkıyordum. İçimde tarifi edilemez bir mutluluk, heyecan ve gariplik vardı. Herkes suratıma garip garip bakıp ‘Leyla olmuşsun sen’ deyip gülüyordu. İyi de ben aşık değildim! Okulda hocalarımız aşkı anlatırdı; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi aşıklardan bahsederdi. Asıl aşk onların yaşadıkları değil miydi? Ben henüz aşık değildim, ne hissettiğimi bilmiyordum ama anlayamadığım bir mutluluk vardı içimde. Onu hiç tanımıyordum bile. Sadece adını biliyor ve arkadaşımla konuştuğunu görüyordum. Sonrasında ise bir şekilde arkadaş olduk, konuşmaya başladık. Onu tanıdıkça tanımak istedim. Onun beni sevmediğini elbette biliyordum ancak her şey için çok geçti. Çünkü ben ona aşıktım. Evet! Bu sefer emindim duygularımdan. Bunu o da biliyordu ancak tıpkı benim gibi o da bu duyguları bir başkasına besliyordu. ‘Aşk gurur tanımaz!’ derler ya… Evet, aynen öyle… Aşk; hiç kimseye hiçbir şekilde ne gurur, ne sabır, ne de başka bir şans tanımıyor. Ne yazık ki ben; sonunu bilmediğim bir sevgiye teslim etmiştim kendimi. Ben onu bütün kalbimle sevmiştim ve hatta o kadar çok sevmiştim ki hayatıma o girdikten sonra kendime hiç rastlamamıştım bile. Ama bir zaman sonra bıkıyordu insan. Sevmekten, çaba sarf etmekten… Ve en önemlisi de bu çabanın boşa olduğunu anlayınca daha bir soğuyordum aşka. Zamanla hiç inanmamaya başladım ve hatta o kadar takmıştım ki kendi kendime sorup duruyordum… Aşk nedir? Var mıdır? Herkesin dilinde olan ama sorunca her kafadan ayrı bir ses çıkan şeyin tanımı? Neydi bu aşk? Herkes ‘aşık oldum, aşkım o benim’ gibi cümleler kuruyor. Ama gel gör ki iki gün sonra ayrılıyor. Aşk böyle BASİT bir duygu muydu? Ya da sadece iki-üç günlük HEVES mi? Evlendikten sonra bile aşık olup ta evlendim derler. Ama gün gelir onlarda boşanır giderler. Acaba aşk dedikleri GEÇİCİ bir şey miydi? Yoksa süresi belli olmayan bir HEYECAN mı? Artık baktığımda ne görsem aşkla bir bağlantısı var mı diye merak ediyor, yoksa bile bir bağlantı kurmaya çalışıyordum… Aşk; güneş gibi miydi? Baktığında veya bakmak istediğinde yakan bir şey mi? Ya da ay gibi mi? Her baktığında gözünü alamayıp tekrar tekrar bakmak istediğin ve onun bütün hallerini ayrı ayrı sevdiğin bir his mi? Aşktan vazgeçmek mümkün müydü acaba? Bunları düşünürken yaklaşık iki yıl geçmişti bile… Bu iki yılda az da olsa sevindim, kendimi boş hayallerle avuttum, bolca acı çektim ağladım… Ama artık kafama koymuştum. Unutmaya, ondan vazgeçmeye bir yerden başlamam gerekiyordu. Başlarda pek umutlu olmasam da sonunda başardım. Ben bile inanamıyordum kendime. O kadar sevmişken nasıl bitirmiştim… Ne kadar seversen sev bir yerde bitiyormuş işte. Her şeyin bir sonu olduğu gibi bununda vardı ve bitti. Bu da benim için bir tecrübe oldu diye düşünmüştüm. Rahattım da artık. Onu hiç düşünmüyordum, aklıma gelmiyordu ve hatta yoldan geçen birinden farksızdı benim için. Hayatımda bir tek o olsun isterken, birden hayatımda olmasını istediğim en son kişi oldu. Bitti gitti diyorlardı fakat hiçbiri düşünmüyordu iki senemi de beraberinde götürdüğünü… 9. Sınıfta başlayan bu serüven 11.sınıfın başlarında bitmişti ve artık çok daha mutluydum. Uzun bir süre de hiç kimseye hiçbir şekilde o tür duygular beslemek istemiyordum.
Aslında benim için aşk; onun bütün hallerini ayrı ayrı sevdiğin bir ay gibidir. Gülerken, ağlarken, kırgınken, kızgınken… Durumu her ne olursa olsun baktıkça bakmak istersin, sevgin daima artar. Zaten aşkın en güzel yanı da bu değil midir?



                                                                                                                                           Öznur Kurt                                                         

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Papucum Sıkıyor

   Aşk en güzel, en garip, en heyecanlı, en üzücü, en kırıcı, en kötü, en romantik, en alıngan, en hassas, en masum yeri yeri gelince en şeytani, en muzip, en haylaz, en ateşli duyguların harmanlanmasıyla oluşan süpersonik ya da berbat birşeydir.Hiç bir kelime tam olarak onu anlatamaz.Vücudumuzda oluşturduğu
etkiyse cok gariptir.Bir anda tüm bedeninde kanının cekildiğini, tüm vücudunun uyuştugunu, at koşturur gibi kalbın attıgını sanırım hepimiz biliyoruz.Bilmiyorsanız da en kısa zamanda yaşamanızı şiddetle ve ısrarla tavsiye ediyorum.

  Ben aşkı şöyle betimlemek istiyorum.Bence aşk ilk giyilen ayakkabı gibidir.Bir ayakkabı aldığımızda yeni birşey almanın verdiği sevinç oluşur.Onu giymek herkese göstermek istersiniz.Yenidir hayatınıza girecektir.Bir cok kıyafetinizi daha şık göstericektir.Sizi tamamlayacaktır.Aynı ayakkabının baskasında olmasını hiç istemezsiniz.Çünkü siz özel olmalısınız, o bir tek sizin olmalı.Herşeyi planlamışsınızdır.O kıyafetin altına o ayakkabı giyilip bir takım olacaktır.Yola cıkmışsınız ve herşey gayet güzeldir.
   Fakat 1-2 saat yürüdükten sonra ayakkabı ayağınıza vurmaya başlar.Canınızı acıtır, yakar.Ne yara bandı çaredir ne başka bir şey işte.O an sizi yolda bırakmıştır.Çünkü ayakkabı ayağa yabancıdır ona alışmaya çalışır.Ama ikinci giyişte öyle olmaz.Yer etmiştir bir yerlere.Tabi eğer kaliteliyse.Birde Çin malları var.İlk giyişte kopup gider çünkü dandiktir.Aman diyim onlardan uzak durun.

   İşte böyle.Aşkı herşeyle benzeştirebilirsiniz.Anlatmaya çalışırsınız.Ama aşkı en güzel yaşayanlar bilir.Onlar anlar...

 

23 Temmuz 2011 Cumartesi




                                      Merhume Amy'cimin anısına.Cabuk gittin doyamadık sana :(

13 Temmuz 2011 Çarşamba

...

Elimden tuttuysan yürümelisin. Olduğun yerde kalırsan olmaz ki. Kendinle birlikte beni de yavaşlatırsın. Gün gelir dururuz; o an fark ederiz ki sadece ikimiz kalmışız ve en nihayetinde bakmışız ki artık ikimiz de yokuz.
Bir eli tuttuğunda yürüyeceksin ilk günkü gibi. Ne bir eksiği ne de bir fazlası. Seni nasıl tanıdıysam, nasıl bildiysem o halin olacak daima yanımda. Değişmeyeceksin, değiştirilmene izin vermeyeceksin. Hı hayat zor mu geldi, bunaldın mı yoksa yoruldun mu? Avucunda kimin eli var ? Benim elim değil mi? E o zaman bırak bunun hakkını verip yanında olayım ve senin derdin benim derdim olsun, birlikte çözelim. Madem yoruldun biraz durup dinleniriz de, bu bir durma olmaz, devamı mutlaka gelir ama dinleniriz şöyle bir silkelenip kendimize geliriz. Ama beni kırma, yapma işte bunu, değişme. Değişirsen o el kayar gider ve rüzgarda sadece kendi başına kalırsın.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Başucumda Müzik’ten Alıntılar


=> Hatırlamak yorucudur. Ama başarabilirseniz, hiç unutmazsanız, kaybettiklerinizi, resimleri, ayrıntıları, yüzleri,kokuları, sesleri hep yanınızda taşırsanız artık onları hatırlamanız gerekmez, çünkü onlar hep sizinle kalır.

- => Eğer günün birinde, gerçekten de bir başkasına, “her şey silindi ve artık yalnız sen varsın.” Diyebildiyseniz ya da bunu gerçekten hissettiyseniz, bunun yalnız ayaklarınızı yerden kesen değil, aynı zamanda ne korkunç bir duygu olduğunu da bilirsiniz.

İnsanın sihirli bir değneğin dokunuşuyla bir anda tümüyle unutmak için her şeyini verebileceği ama -ne tuhaf- aynı anda bu mümkün olsa bile unutmaya kıyamayacağı bir duygudur bu.

- => Hepimiz kalbimize saplanan gizli bir okla sokaklarda yürüyüp giden şu insanlardan çok farklı olduğumuzu, bulutların üzerine çıktığımızı sanmaz mıyız? Okun acısını duyana kadar tabi…

- => İsterdim ki o hayatın içinde, ikimizin arasında gizli kalan hiçbir şey olmasın. Birbirimize, kızacağımız, duymaktan korkacağımız, kişinin belki kendisine bile asla itiraf edemeyeceği şeyleri bile anlatalım.O kadar çıplak kalalım,bütün o yıllarca kurmaya çalıştığımız benliğimizi öylesine unutalım ki artık ayrı insanlar olmaktan çıkalım. Karşımızda sürekli açılan kapılardan hiç korkmadan, sonunun ne olacağını düşünmeden geçip o gizli dehlizlere girelim.

İçimde hiç nedensiz bir his vardı. Sanki onunla öyle bir şey bulacaktık ki yalnızca ikimize ait, ikimizi buluşturan,bizim farkında bile olmadığımız, yalnızca bize verilmiş ve ancak bir araya geldiğinde hayatın coşkusunu ortaya çıkartacak iki ayrı parça…

- => Ne zamandır artık hayatın puslu, soğuk bir sonbahara döndüğünü sanıyordum. Seni gördükten sonra birdenbire güneşli bir sabaha uyandım. Şimdi dünyanın neresine gidersem gideyim, hangi mevsimde olursak olalım, seni düşündüğüm zaman ( hayır, yanlış söyledim çünkü senin yüzün, gülüşün hep benim yanımda ) hep güneşli, ışıltılı bir gün yaşıyorum. Acaba benim için dünyanın ışığını değiştirdiğinin farkında mısın?

- => Yüzlerce yıldır herkesin birbirine söylediği bir sözü “o” söylediği zaman birdenbire bütün hayatınız değişiverir.

- => Erkeklerin ne yapacağı belli olmaz, belki de onlardan bir şey beklemekle hata ediyoruz, sürekli bir şeyler yapmalarını bekleyerek asıl güzel olan anları da bozuyoruz.

- => Sanki her görüşümde daha da güzelleşiyorsun, ben hayalini kuruyorum, sen hayalden daha güzel çıkıyorsun karşıma.

- => Hayır, birden farkettim ki buna bahaneler aramanın, nedenler bulmanın hiçbir anlamı yok. Böylesine eşsiz bir duygunun nedeni olur mu? İnsanın kalbinin belki nasıl çarptığının, neden durduğunun, nasıl tıkandığının nedenleri vardır. Ama kimin için çarptığının nedeni olur mu?

-=> Bana bir tek şey için söz ver. Ne istersen yap, ne istersen düşün ama beni bırakma, istediğin gibi olsun, yılda bir saate bile razıyım, ama ayrılık deme bana… Hayatında en küçük yer bile benim için dünyanın en güzel yeri, bunu sakın unutma…

- => Yine senin peşinden gelirdim, gittiğin her yere peşinden…

- => Dünya yüzünde benim için yaratılmış biri olduğunu biliyorum artık.