18 Ağustos 2011 Perşembe

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kayıp Yüzyılın Prensesi'nden

“ Nasıl terk ederim seni nasıl? İnsan birini terk ederken sadece onu terk etmiş olmaz ki… Onunla birlikteyken tanıştığı ve sadece onun yanındayken ortaya çıkan o çok sevdiği yanını da terk eder. Gidendir belki ama aslında o giderken kendi kayıplarına bir yenisini daha eklemiştir. Terk edilmenin ne demek olduğunu bilmez miyim sanıyorsun. Can çekişmeyi yaşamak zanneder insan… Geriye dönüp baksam, kazanma umudu taşıyan kaybetmiş gözlerle baktığını görürüm. Belki de üstü umursamazlık örtüsüyle kaplı sözler edersin bana. Gururundan ödün vermediğini anlatırcasına ama gururundan kırparak… Enkazdan ilk çıkandır giden. Kalan o enkazın parçası olarak kalır hep. Nasıl bilmem ben terk edilmenin acısını Darcy. Ve bunları bilirken seni nasıl terk ederim? Bir elmayı ikiye ayırıp gitmektir terk etmek. Sen ardımdan düşünmez miydin o zaman; o elmanın diğer yarısı olarak kalmayı hak etmediğini? Bunu sana nasıl yaparım ben! Gidemem senden… Arkamda bir mezar bırakarak doğamam yeniden. Bana senden öncekilerin bıraktığı boşluğa seni yerleştiremem. Ne farkım kalır o zaman onlardan? Seninle mutluyum ben. Bizim bu mutluluk. Mutluluklar sahiplerinindir hep. Sadece acılar devredilir. Hayali gerçek edecekken, gerçeği hayale çeviremem ben. Kendi terimde boğulana kadar sana koşmak istiyorum. Sen hiç kendi vedanı görmedin. Kendi sesinde kaybolmadın. Veda sözleri çıkmadı ağzının kınından.”

“Erkek terk etmez. Gider…”

Dedi ve kayboldu karanlıkta. Sandalyenin üstünde kalakaldı Prenses. Artık uyanmak istiyordu bu rüyadan.

5 Ağustos 2011 Cuma

Rüya Mı Gördüm Ne?

Ben öyle çok rüya gören bi insan değilimdir. Daha doğrusu görüyorum ama sabah uyandığımda hatırlamıyorum diyebilirim. Ama gece öyle bir rüya gördümki unutmak mümkün mü?
Şöyle ki kendi istek ve arzumla bir korsan evet evet bir korsan donanmasına giriyorum. Ama o kadar insan bana niçin "değirmencibaşı" diye sesleniyor bilmiyorum. Gece Bülent Ortaçgil'in Değirmenler'ini dinleyerek uyuyakaldığım için olabilir belki...
Neyse efendim donanmanın başını Game Of Thrones dizisini izleyenler bilir Eddard Stark ve biricik zevcesi Catelyn Stark çekiyor. İlk çatışmayı Eddard amca sayesinde ( evet rüyada ona böyle sesleniyorum.) büyük bir başarıyla kazanıyoruz. Catelyn de pek bir çetin ceviz çıkıyor.
2. çatışmanın başarısını da bize küçük velet Arya Stark yaşatıyor. Ben bu sırada mütevazı tahta gemimizin kıçında yakışıklı John ile cilveleşiyorum. Bana doğru atılan bir oktan kurtarılışım John tarafından gerçekleştiriliyor. Jack Sparrow'la alakası yok benim John'umun. Daha bir karizma, daha bir yakışıklı. Yunan heykeli gibi mübarek. Kurtarıp belime sarılıyor ve ateşli bir şekilde öpüyor dudaklarımdan.
Ve ben kıçımdan kıçımdan yediğim bir ürpermeyle uyanıyorum. Yaz-kış farketmez, uyurken bi taraflarınızın açık kalmamasına dikkat edin, tecrübeyle sabit. Öpüldünüz.

4 Ağustos 2011 Perşembe

MEKTUP

Sana mektup yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. Sanırım hüzünlü kızlara özendim. Öyle afili bir şey bekleme benden. Giriş gelişme sonuç olmayacak; tıpkı sen ve ben gibi ...bir bütün olamayacak. Gönül yazımı bilirsin düzensizdir, biraz da okunaksız. Anlatacaklarım var. Sadece dinle!

Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım. Özlemek neden bu kadar yorar insanı? “özlem” isminin eyleme dönüşme çabasından mı? “Düş” ün “düşünmek” kadar büyümek özentisinden mi beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi? Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.


Yorgunum…
Şu saatlerde sıcak çekildi kapı eşiğine. Senin rüzgarların var sen kokan. Zaman öldürüyorum geçmişi yoklayarak, leşlerim çoğalıyor. Dip balığı oluyorum. Tüm bu çırpınışlarım tek bir nefeslik su yüzüne çıkıştan öteye götürmüyor beni. Yüzün geliyor gözlerimin önüne beni dinlerken kalkan kaşlarına asılıyorum tut beni çıkar diye.Gözlerinde boğuluyorum.
Sol yanıma yatsam seni uyusam, hep rüyada kalsam... içim dilime vuruyor,konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor; sakladıklarımdan ve senden bahis açmama inadımdan. Burnumu bir karış dikiyorum havaya, içim düşüyor. Oysa söz vermiştim kendime, üzerime giydiğim güçlü kız kostümü çıkmayacak, çıksa da senin haberin olmayacak diye. Varlığımla yokluğum ayırt edilemez olacaktı senin için, “herkes” olacaktım ve belki “hiç kimse”! Beceremedim...

Kimse görmeden, tutup elinden kaldırdım içimdeki ufaklığı. Çok acımış... kimseye belli etmedim,edemedim. Teselli bile aramadım kızgınlıklarıma, hakkımdı bu kara isyan. Sonra fark ettim ki ben bu zamana ait değilim ve biliyorum sende...


O yüzden hep “an”larda teğet geçtik birbirimizi.
Ama içime dokundun bir kere . Parmak izlerin duruyor bakışlarımda. Nereye baksam senden bir iz bırakıyorum.
Bu aralar kendime hep suçüstüyüm. Islah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. Tek dinginliğim kelimelerin; koklayıp koklayıp saklıyorum hafızama...
Arşivimde acılarım var benim rutubetli; güneşe serip kuruttuğum. Tozunu alıp, halı altında biriktirdiğim hatalarım. Seninse anlatmadığın masalların var... "sus"ların kucağında çocuk masumu yüzün ve küf rengi günahların.....

Baksaydın korkmayıp gözlerime,sana keşkelerimi sunacaktım; terketmeden bahar kıpırtısı içimi...Yalpalamayacaktım bugünlerde, yarınlara inançsızlığımla... ve biliyor musun “kal” deseydin, rüzgarlarla getirdiğin son hecemle kavrulacaktı bahar bitimi...

Çırılçıplak sevdalar dört mevsimdi. Ayı, günü yoktu.Gidenler tekrar gelebilmek için gitmişti; ihanet sayıldı. Sükut altındı; yağmur gibi çisil çisil ,acıkmış bir nefesin dudaklarında tadımlık. Korkaklık sayıldı.

Dinleseydin aryaları, kulaklarına çalınan tını; sevgilinin sızlayan ahına eşti....Yoldaştı sayıklamalara in-ce in-ce in-ce ...
Bil(e)medin...

Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok. Sen bilirsin ürkekliğimi, tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı...Çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi. Gözlerim yağar, toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım. Dilek kipleri bağlarım.

Kaçışlarım sana meyilimdendir . Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi.

Sakın “neden” diye sorma! Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma!

Ve bu bir iç dökümdür çağıl çağıl!

Bil ama bilme!


KAHRAMAN TAZEOĞLU